Mustafa Kemal Atatürk


23 Mart 2012 Cuma

Atça'lı Kel Mehmet Efe Destanı...



Atça'lı Kel Mehmet Efe,
İstanbul'da ki Osmanlı idaresinin imparatorlukta ki azınlıkları baştacı ederek,
esas olanı,yani Türkleri görmezden gelmesine ve ezmesine karşı isyan bayrağı açmış
bir Büyük Vatanseverdir...

Ruhun Şadolsun Efem...

(bugünde Türkler görmezden gelinmektedir kendi topraklarında!!!)

Ali Efeoğlu...


ATÇALI KEL MEHMET EFE DESTANI

Aydın'ın Atça kasabasında olan Atçalı Kel Mehmet Efe, Osmanlı tarihçisi Lütfi tarafından "Eşkıya, hırsız ve katil" olarak gösterilirken, tarihçi Çağatay Uluçay, Atçalı'yla ilgili şu bilgileri veriyor:

Kel Mehmet, fakir bir zeybektir. Genç yaşında dağa çıkmış, daha sonra bir ihtilalin lideri olmuştur... İhtilal diyorum, daha doğrusu ben demiyorum da ona ait vesikalar Kel Mehmet'in liderlik ettiği Aydın ayaklanmasına "Aydın İhtilali" adını veriyorlar... Bu, Osmanlı tarihlerinde bilhassa şehirlerde ve kasabalarda ayaklananlar ve idarecileri kaçıranlar veya karışıklığa meydan verenler için kullanılan bir terimdir.

Kel Mehmet'in liderliğinde meydana çıkan Aydın ayaklanması tam manasıyla bir halk ihtilali karakterini taşır görünmektedir.

Çünkü Kel Mehmet, şimdiye kadar gelmiş geçmiş eşkıyaların yapamadığı bir işi başarmıştır.Aydın ihtilaline lider olan Mehmet ilk olarak savaş vergilerinden bunalan Aydınlılara bu vergiyi kaldırdığını ilan etti. Daha sonraları mültezimlerin, voyvodaların ve zabitlerin halktan keyfi olarak topladıkları vergileri kaldırdı.

Kel Mehmet bunlarla da yetinmedi, hükümetten serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştirilmesini, daha eşit kanunlar yapılmasını ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istedi.
Aydınlılar, Kütahya, Manisa ve Denizli'nin bazı kazaları, onun ileri sürdüğü fikirleri sevinçle karşıladılar, ona kapılarını açtılar ve kendilerine efendi yaptılar.

Kel Mehmet'in ilk ayaklanmasında yalnız Aydın mütesellimi ve yanındaki adamları hariç, diğer kasabalarının hiç birisinde ona karşı silah atılmadı. Aksine, adamlarıyla birlikte bu kasabalara birer kurtarıcı gibi girdi.

Halk, Kel Mehmet'in ileri sürdüğü fikirleri samimi, ciddi ve adil buldu.. Onun etrafında toplanıverdi... Böylece Aydın ihtilali dediğimiz ihtilal başladı...

Aydın'a bir vali gibi yerleşen Kel Mehmet, eski düzeni kökünden yıktı.. Kötü idareciler ve ayanlar bulundukları yerlerden kaçtılar. Onların yerlerine adamlarını koydu, ileri sürdüğü esaslara göre hakim olduğu bölgeyi idareye başladı. Kendi adına da : VALİ-İ VİLAYET , HADEME-İ DEVLET , ATÇALI KEL MEHMET diye mühür kazdırttı.

Kel Mehmet, idaresi altında bulunan yerlerde halkının malına, canına ve ırzına saygı gösterdi. Gezi hürriyetine engel olmadı. Üstelik padişahı da efendi ve halife olarak tanıdı, ahlaksız, zalim ve hırsız memurların amansız bir düşmanı oldu. Ağır vergiler altında inleyen, dövülen, hapsedilen ve sürgüne gönderilen halkın koruyuculuğunu yaptı. Çilelerle dolu bu halkı, zalim memurların pençesinden kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaptı.

Kel Mehmet'ten önce gelen şakiler, astılar, kestiler, soydular, halkın kızlarını, oğullarını dağlara kaçırdılar, kanunları çiğnediler düzenleri bozdular. Halbuki Kel Mehmet, onların aksine zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalıştı. O bu idealleri uğruna fermanlı oldu ve başverdi... Fakat onun ileri sürdüğü fikirler, İkinci Mahmut'un yaptığı yenilikler hareketinde, Tanzimatın ve Birinci Meşrutiyetin ilanında önemli rol oynadı.

Kel Mehmet'in liderliğindeki Aydın ihtilali, bize yeni bir şey daha öğretmiş oldu. Eski tarihlere ve klasik tarihi görüşlere göre Osmanlı İmparatorluğundaki bütün ihtilalleri Yeniçeriler ve alimler yapmışlardır. Halk ihtilali olmamıştır. Halbuki Kel Mehmet'in Aydın'da uyguladığı, gerçekten de bugünkü manada bir halk ihtilali idi. Bu ihtilale, onunla aynı hizada yürüyenler, zeybekler, yörükler, şehrin esnafıyla alt tabakadan olan halk katıldı.

Kel Mehmet'in liderliğindeki Aydın ihtilali bu klasik görüşü yıkıyor. Önümüze yeni bir ufuk açıyor. Kel Mehmet, halk hareketlerinin temeli ve ışığı oluyordu. Bu bakımdan fermanlı Kel Mehmet, reform ve halk hareketleri konusunda sosyal tarihimizde önemli bir yer alacaktır. (Bkz. C. Uluçay'dan aktarılarak Örsan Öymen: Atçalı Kel Mehmet Efe, Milliyet, 30 Ocak 1977)
Atça'lı Kel Mehmet için efsaneler anlatılmış, türküler yakılmıştır. Bir efsanede Atçalı Kel Mehmet bir gün dağda yalaksız bir çeşme görmüş hemen bir yalak yapılmasını istemiş. Kızanları hemen ağaçtan bir yalak yapıp çeşmenin önüne koymuşlar.
Kel Mehmet Efe üzerine şunları yazdırmış: 


BAŞINI KAŞIMAYA 
ELİ DEĞMEZDİ KEL'İN , 
SU ELİN ÇEŞME ELİN , 
TEKNE ATÇALI KEL'İN.



ATÇALI KEL MEHMET EFE TÜRKÜSÜ

Aydın dağlarında gezerim gari
Yazıldı fermanım okundu gari
Aldım martinimi çıktım dağlara
Dünya bir olsa tutulmam gari

Atçalı Mehmet'im bilsinler beni
Yoksulun yanında görsünler beni
Koyarım bu yola bu tatlı canımı
Dünya bir olsa tutulmam gari

On iki yaşımda binerdim taya
Minnet etmezdim paşaya beye
Bizi yaman bildirmişler devlete
Dünya bir olsa tutulmam gari

Anonim

11 Mart 2012 Pazar

Ceyhan'ın Milli Kahramanı Nogay İnce Ali...




CEYHAN’IN MİLLİ KAHRAMANI NOGAY İNCE ALİ…

ARAŞTIRMACI- YAZAR



BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA İMZALANAN 30 EKİM 1918 MONDROS MÜTAREKESİ, İTİLAF DEVLETLERİNE OSMANLI DEVLETİ’Nİ ORTADAN KALDIRMA FIRSATI VERMİŞTİ. MÜTAREKEYİ TAKİBEN İTİLAF DEVLETLERİ DAHA ÖNCE YAPMIŞ OLDUKLARI GİZLİ ANTLAŞMALAR GEREĞİNCE, OSMANLI ÜLKESİNİ İŞGAL VE İSTİLAYA BAŞLADILAR. BÜYÜK BİR İSTEKLE BU İŞGAL VE İSTİLAYA GİRİŞMELERİNİN BİR NEDENİ DE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRESİNCE DÖRT YIL KENDİLERİNİ GÜÇ DURUMLARA DÜŞÜREN VE “ HASTA ADAM” DİYE NİTELENDİRDİKLERİ OSMANLI DEVLETİ’NİN ASIL SAHİBİ VAZİYETİNDEKİ “ BÜYÜK TÜRK MİLLETİ’Nİ EZMEK VE BAĞIMSIZLIĞINA SON VEREREK, YOK ETMEK” DÜŞÜNCESİDİR. BU DÜŞÜNCE İLE HER İŞE KARIŞARAK HAKSIZ VE YERSİZ İSTEKLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEYE ÇALIŞTILAR.
MÜTAREKE YÜRÜRLÜĞE GİRER GİRMEZ, 1 KASIM 1918’DE İNGİLİZ ASKERİ KUVVETLERİ, MÜTAREKENİN BAŞINDA BULUNDUKLARI SINIRI GEÇEREK, TÜRK KUVVETLERİNİN ELİNDE OLAN MUSUL’UN YİRMİ KİLOMETRE GÜNEYİNDEKİ HAMAMALİK’İ İŞGAL ETTİLER. DAHA SONRA OSMANLI KUVVETLERİNİN ANLAŞMA GEREĞİ ÇEKİLMESİ İLE 9 KASIM 1920’DE MUSUL TAMAMEN İŞGAL EDİLDİ.
İNGİLİZLER, 9 KASIM 1918’DE İSKENDERUN’DAN SONRA AMANOS SIRA DAĞLARI İLE PAYAS ÇİZGİSİ ARASINDAKİ BÖLGEYE İLERLEDİLER. İNGİLİZLERİN MONDROS MÜTAREKESİ’NE AYKIRI ÇUKUROVA BÖLGESİNDEKİ İLK GİRİŞİMLERİ İSKENDERUN’DAN BAŞLADI. 9 KASIM 1918’DE 15 KİŞİLİK BİR KUVVETLE ŞEHRİ TEHDİTLE İŞGAL EDEN İNGİLİZLER, ŞEHRİN ETRAFINDA GENİŞÇE BİR BÖLGEYİ DE ELLERİNE GEÇİRDİLER. İNGİLİZLERİN BU HAREKETİNDEN SONRA 27 KASIM 1918 TARİHİNDE ADANA İKİNCİ ORDU KOMUTANI NİHAT PAŞA, İNGİLİZLER KİLİSPAYAS ÇİZGİSİNİ GEÇERLERSE SİLAHLA KARŞI KOYMAK ÜZERE ASKERLERİNE EMİR VERDİ. FAKAT ONUN BU EMRİ OSMANLI HÜKÜMETİ TARAFINDAN GERİ ÇEKİLDİ. OSMANLI HÜKÜMETİ’NİN İŞGALE KARŞI DİRENİŞ GÖSTERMEMESİ ÜZERİNE GENERAL ALLENBY’NİN EMRİYLE KASIM 1918’DE MERSİN’E ÇIKARMA YAPAN VE İŞGAL SAHASINI ADANA’YA KADAR GENİŞLETMEK İSTEYEN İNGİLİZLERİN ARDINDAN, İŞGALE KATILAN FRANSIZLAR, ÇOĞUNLUĞU ERMENİLERDEN MEYDANA GELEN KUVVETLERİYLE 11 ARALIK 1918’DE DÖRTYOL’A ÇIKARMA YAPTILAR. DÖRTYOL’DAN ADANA’YA DOĞRU İLERLEYEN İNGİLİZLER DE CEYHAN’I İŞGAL ETTİLER.
CEYHAN’IN İŞGALİ SONRASINDA GÜNLERCE ACI İÇİNDE KALAN VE SABIRLA HER ŞEYİN DÜZELMESİNİ BEKLEYEN CEYHANLILAR, DAĞLARA DOĞRU YOL ALIYORLARDI. OLUŞTURULAN KUVA-YI MİLLİYE BİRLİKLERİNE KATILIYORLARDI. ÖZELLİKLE DE MERCİMEK KÖYÜNDEN VE ASLEN NOGAY OLAN İNCE ALİ ÇETESİ HER GEÇEN GÜN DAHA DA GÜÇLENİYORDU. KARARGÂHI MERCİMEK’TE OLUP, YILANKALE’DEN SARI AHMET, SEYİT MURAT, HACI MURAT VE YEŞİLHÖYÜK’TEN HÜSEYİN BOYDAK’LA BİRLİKTE DAHA ÇOK KIRIM VE NOGAY’DAN OLUŞAN YÜZE YAKIN ÇETESİYLE İNCE ALİ DÜŞMANLA MÜCADELEYE BAŞLADI.
İNCE ALİ’NİN MENSUP OLDUĞU VE ÇETE KURDUĞU NOGAYLARCEYHAN’IN İLK YERLEŞİK TOPLULUKLARIYDI.  1853- 56 KIRIM SAVAŞI SIRASINDA RUSLARIN BASKILARI ÜZERİNE BİNLERCE HANE ANADOLU’YA GÖÇ ETMİŞLERDİ. DENİZ YOLUYLA İSTANBUL’A GELEN NOGAYLAR’IN 4101 HANESİ OSMANLI DEVLETİ’NİN İSKÂN YERİ OLARAK GÖSTERDİĞİ HAMİTE KALESİ İLE MİSİS ARASINDAKİ BÖLGEYE, ÖZELLİKLE ASIL YURTLARINDAKİ KOBAN NEHRİ’NE BENZETTİKLERİ CEYHAN NEHRİ’NİN İKİ KIYISINA YERLEŞTİLER. HAYVANCILIKLA BİRLİKTE YİYECEKLERİ KADAR DA DARI, BUĞDAY VE ARPA YETİŞTİRENNOGAYLARCEYHAN’A GELDİKLERİNDE HER TARAF BÖĞÜRTLENLİK VE ZIRCARLIKTIR. NOGAYLARIN BİR BÖLÜMÜNÜN YERLEŞTİĞİ BÖLGEYE NOGAYCA “ KOPÇAK” ADINI VERMİŞLERDİR. İLK GELENLERDEN ABDULKADİR AĞA 1864 YILINDA BU KÖYE BİR CAMİ YAPTIRMIŞTIR. BU CAMİ CEYHAN’IN İLK TEMEL YAPILARINDAN BİRİ OLMUŞTUR. BÖLGEYE YERLEŞEN NOGAYLARIN İLK GELDİKLERİ YILLARDA ÇOĞUNUN SALGIN HALE GELEN KOLERA VE SITMADAN ÖLDÜKLERİ HİÇ UNUTULMAMIŞTIR. BİR ZAMANLAR TOPRAKLARININ İŞGAL EDİLMESİYLE CEYHAN’A GÖÇ EDEN NOGAYLAR BU TOPRAKLARIN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULMASI İÇİN İLK KUVA-YI MİLLİYECİLERDEN OLMUŞLARDIR. İNCE ALİ KISA ZAMANDA CESURLU VE SAVAŞÇILIĞIYLA BÖLGE DE TANINIR HALE GELMİŞTİR. BOYUNUN İNCE VE UZUN OLUŞU NEDENİYLE İNCE ALİ LAKABIYLA ANILIYORDU. ÇOK AZ KONUŞTUĞU İÇİNDE SÖYLEMEZ ALİ OLARAK TA BİLİNİRDİ. DELİ DOLU BİR KİŞİLİĞE SAHİPTİ. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA KATILMAMIŞ KAÇAK DURUMUNA DÜŞMÜŞTÜ. YILLARCA ARANDIKTAN SONRA İŞGALİN BAŞLAMASIYLA AF EDİLMİŞTİ.
HALKIN VE CİVAR KÖYLERİN KATILIMIYLA MİLLİ MÜCADELE DAHA DA GÜÇLENDİ. ÖZELLİKLE MUSTAFA KEMAL’İN SİVAS KONGRESİNDEN SONRA BÖLGEYE GÖNDERDİĞİ YÜZBAŞI TUFAN BEY’LE GÖRÜŞEN VE ONA KATILAN KUVA-YI MİLLİYECİLER VUR KAÇLARI BIRAKARAK GECELİ GÜNDÜZLÜ SAVAŞLARA BAŞLADILAR. FRANSIZ VE ERMENİLERİN KÖYLERE BASKINLARINA KARŞI DİRENİŞLER ARTTI. YÜZDEN FAZLA MÜCAHİTTEN OLUŞAN ÇETESİYLE İNCE ALİTUFAN BEY’LE GÖRÜŞEREK MÜFREZE KOMUTANI OLARAK MİLLİ MÜCADELEDE YERİNİ ALDI. ERMENİLERİN KARŞISINA MİSİS, TILAN DEMİRYOLU, TUMLU, MERCİN VE MERCİMEK BÖLGELERİNDE KAHRAMANCA SAVAŞARAK ÇIKTI. BASKINLARDAN KAÇAN KÖYLÜLERİN İMDADINA YETİŞTİ. MÜCAHİTLERİN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK İÇİN BİRÇOK KÖY DOLAŞTI. VARLARINI YOKLARINI ORTAYA KOYAN KÖYLÜLERİN CANLARINA VE MALLARINA ZARAR GELMEMESİ İÇİN ÇETELERİNİ KÖY ÇEVRELERİNE YERLEŞTİRDİ. VUR KAÇLAR VE ANİ BASKINLARLA BİRÇOK ERMENİ VE FRANSIZ’I ÖLDÜRDÜ. 
CEYHAN’DA VERİLEN KURTULUŞ MÜCADELESİ ÇUKUROVA’NIN SICAK YAZ GÜNLERİNDE DEVAM ETTİ. TÜRK İNSANI ERMENİLERE KARŞI MÜCADELE AZMİNİ KAYBETMEDİ. ÖZELLİKLE AĞUSTOS 1920’DE MERCİN’DE İKİNCİ ÇANAKKALE DESTANI YAZILDI. MERCİNCEYHAN’A 15 KM. UZAKLIKTA VE CEYHAN NEHRİ’NİN BİRKAÇ KM. DOĞUSUNDA YER ALAN BİR KÖYDÜR. KÖYÜ İKİYE BÖLEN MERCİNSUYU BİRKAÇ KM. İLERİDE CEYHAN NEHRİ’NE KARIŞMAKTAYDI. MERCİN KÖYÜ İŞGALİN İLK GÜNLERİNDEN BU YANA DEVAMLI ERMENİLERİN BASKINLARINA HEDEF OLUYORDU. BİRÇOK KEZ YAKILIP YIKILAN KÖYÜN İNSANLARININ ÇOĞU DA KURŞUNU DİZİLEREK ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ. KUVA-YI MİLLİYE BİRLİKLERİ BURAYA YERLEŞTİKTEN SONRA FRANSIZ VE ERMENİLER BURADAKİ DİRENİŞİ BİR TÜRLÜ KIRAMIYORLARDI. MERCİN’E YERLEŞEN ÇETE KUVVETLERİ HER FIRSATTA DEMİRYOLU RAYLARINI SÖKÜYOR, BOMBA KOYARAK BOZUYORDU. TREN GELİNCE, BOZULMUŞ RAYI GÖREN FRANSIZLAR ONARIM İÇİN İNDİKLERİNDE SİPERLERDE BEKLEYEN ÇETELERCE ATEŞ EDİLİYORDU. ANCAK DEMİR LEVHALARLA VE KUM TORBALARIYLA TAKVİYE EDİLMİŞ OLAN ZIRHLI VAGONLARDAN YORDANFİL DENİLEN HAFİF MAKİNELİLERLE ATEŞ EDİLİYOR VE BOZULAN RAYLAR KISA ZAMANDA TAMİR EDİLİYORDU. BU OLAYLARIN SIK SIK TEKRARLANMASI, ADANA – İSKENDERUN ARASINDAKİ GÜVENLİĞİN TAM OLARAK SAĞLANAMAMASI FRANSIZLARI ÇOK KIZDIRIYORDU. BU NEDENLE ÇETELERİN GERİ ÇEKİLDİKLERİ KARARGÂHLARI HALİNE GELEN MERCİN KÖYÜNE ANİ BİR BASKIN YAPARAK, BURADAKİ KUVA-YI MİLLİYEGÜCÜNÜ YOK ETMEK İSTİYORLARDI. AYNI ZAMANDA ARKADAN DOLAŞARAK RAHATÇA DİĞER KARARGÂHLARA DA BASKINLAR YAPABİLECEKLERDİ.
MERCİN’E YERLEŞEN KUVA-YI MİLLİYECİLERDEN HACI ALİ EFENDİ, İSMAİL VE ALİ CAF MÜFREZELERİ ANİ BİR BASKINA HAZIRLIKLI BİR ŞEKİLDE HAREKET HALİNDEYDİLER. BU SIRADA İNCE ALİÇETESİ İSE, CEYHAN HÖYÜĞÜNDEYDİ. 18 AĞUSTOS 1920 GÜNÜ FRANSIZLAR, SABAHIN İLK IŞIKLARIYLA MERCİN’E KUVVETLİ BİR KEŞİF KOLU GÖNDERDİLER. KUVA-YI MİLLİYECİLER ONLARI ATEŞLERLE KARŞILADILAR. ÖĞLENE KADAR SÜREN ÇATIŞMALARDAN FRANSIZLAR BAŞARI SAĞLAYAMADILAR. KUVA-YI MİLLİYECİLER BU İLK SALDIRI KARŞISINDA KAHRAMANCA SAVAŞTILAR. AZ OLMALARINA RAĞMEN DÜŞMANI GERİ PÜSKÜRTTÜLER. FRANSIZLAR, ORADAN KAÇARAK CEYHAN’A GERİ DÖNDÜLER. BU ZAFER MÜCAHİTLERİ KURTULUŞ İÇİN DAHA DA UMUTLANDIRDI.
CEYHAN’A DÖNEN FRANSIZLAR DAHA KUVVETLİ BİR SALDIRI İÇİN HAZIRLIKLARA BAŞLADILAR. MERCİN’DE YAŞANILAN MÜCADELEYİ DUYAN KUVA-YI MİLLİYECİLER İSE ORAYA DOĞRU HAREKETLENDİLER. NURİ ÇAVUŞ ÇETESİ, TATARLI BÖLÜĞÜ KUMANDANI HÜSNÜ ÇOKLUN VE ÇETESİ, ELMAGÖL’DEN HACI İBRAHİM AĞA ÇETELERİ, CÜCE ARİF ÇETESİ, KÖSRELİ’DEN HACI ALİ EFENDİ ÇETESİ, NECİP AĞA ÇETESİ VE CERİTLER’DEN KARA SÜLEYMAN ÇETESİ MERCİN’DE BİRLEŞTİLER. İNCE ALİ VE CAFLAR MERCİN’DE KARARGÂH KURDULAR. MERCİN ONLAR İÇİN ÇANAKKALE OLMUŞTU. ÇANAKKALE GEÇİLMEDİ. ELBETTE MERCİN’DE GEÇİLMEYECEKTİ. BU AMAÇLA FRANSIZLARIN DAHA GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE SALDIRACAKLARI HABERİNİ ALAN MÜCAHİTLER İSTİHKÂMLARI ÇOĞALTTILAR VE DERİNLEŞTİRDİLER. 202’DEN FAZLA MÜCAHİT GECELİ GÜNDÜZLÜ SİPERLER KAZDILAR.  EVLERDEN GETİRİLEN ÇİNKOLARLA, TAHTA PARÇALARIYLA İSTİHKÂMLAR KAPATILDI. ÜZERİLERİ TOPRAKLA ÖRTÜLDÜ. MERCİN KÖPRÜSÜ DE MİLLİ KUVVETLER TARAFINDAN YIKILDI. KÖYÜN ÇEVRESİNE ATLI NÖBETÇİLER DİKİLDİ. BOL CEPHANE GETİRİLDİ. TUFAN PAŞA’NIN EMRİYLE ÇETELERİN SAYISI ÇOĞALTILDI. İNCE ALİ VE ÇETESİ HER AN GELEBİLECEK BİR SALDIRIYA KARŞI HAZIRLIKLI BİR ŞEKİLDE GECELİ GÜNDÜZLÜ NÖBET TUTTULAR. 28 AĞUSTOS GECESİ YOLA ÇIKAN ÇOK SAYIDA FRANSIZ VEERMENİ KUVVETLERİ ŞAFAK SÖKERKEN MERCİN’E GELDİLER
İNCE ALİ VE SABİTZADE AHMET EFENDİ, İSTİHKÂMLARI TEK TEK DOLAŞIYOR VE MÜCAHİTLERİN SABIRLI OLMASINI İSTİYORLAR VE ONLARA MORAL VERİYORLARDI. TEK BİR KURŞUNUN BİLE BOŞA GİTMESİNİ İSTEMİYORLARDI. ÖZELLİKLE İNCE ALİ VE SABİTZADE AHMET DUR DURAK BİLMİYORDU. SABAHIN İLK IŞIKLARIYLA SAVAŞ BAŞLADI. GÜN BOYUNCA SÜREN ÇATIŞMALAR SONUCUNDA MİLLİ KUVVETLER FRANSIZLARI BOZGUNA UĞRATTILAR.
MERCİN ZAFERİ SONRASI KUVA-YI MİLLİYECİLER DESTANLAŞTILAR. FRANSIZLAR KOMUTANLARI İLE BİRLİKTE 300’DEN FAZLA KAYIP VERDİLER. MİLLİ KUVVETLERİMİZ İSE 7 ŞEHİT VE 15 YARALI İLE MERCİN ZAFERİNİ KAZANMIŞLARDI. MERCİN’DE YARALANAN SABİTZADE AHMET EFENDİ, BİR ARABAYLA KÖYÜN CAMİSİNE GÖTÜRÜLDÜ. BURADA YARALARI SARILDI. SONRA TEDAVİ EDİLMESİ İÇİNKOZAN’A DOĞRU BİR ARABA İLE YOLA ÇIKARILDI. FAKAT CEYHAN’IN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULMASI İÇİN BÜYÜK EMEK SARF EDEN SABİTZADE AHMET EFENDİ’YE ŞEHİTLİK NASİP OLDU. MERCİNSAVAŞINDA KAHRAMANLAŞAN İNCE ALİCEYHANLILAR İÇİN EFSANELEŞTİ. İSTİKLAL MADALYASI İLE ÖDÜLLENDİRİLDİ.

KAYNAKLAR:
1) TÜRKİYE KUVAYI MİLLİYE MÜCAHİTLER DERNEĞİ GENEL MERKEZİ ARŞİVİ VE
    KUVAYI MİLLİYE DERGİSİ MUHTELİF SAYILARI. (1951- 2005) ADANA.  
2) YURTSEVER, CEZMİ; (1997). ÇUKUROVA MİLLİ MÜCADELE BELGESELİ,
                 ADANA : ADANA B.Ş.B. YAYINLARI

3) TOROS, TAHA; (2001). KURTULUŞ SAVAŞINDA ÇUKUROVA, ANKARA:
      TÜRK T. K.  BASIMEVİ.
4) SAYMAN, FATMA; (1986). ENGİN SALGUT, NİYAZİ UZ, MUHAMMET CULFA,
    GAZİ GÖREZ, YUNUS TURAN, ANILARLA MİLLİ MÜCADELEDE CEYHAN;
    CEYHAN BELEDİYESİ YAYINLARI, ADANA. 
5) DALKIR, RECEP; (1963). MİLLİ MÜCADELEDE ÇUKUROVA, ADANA.
6) DELİKOCA, YUSUF; (2004).ÇUKUROVA KAHRAMANLARI, ADANA: EKREM MATBAASI.
7) ENER, KASIM; (1970). ÇUKUROVA KURTULUŞ SAVAŞINDA ADANA CEPHESİ,
     ANKARA: SAN MATBAASI.
8) ÇELİK, KEMAL; (1999). MİLLİ MÜCADELEDE ADANA VE HAVALİSİ,
    TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI, ANKARA.
9) BİLDİRİCİ, YUSUF; (1999). ADANA’DA ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR VE FRANSIZ ERMENİ İLİŞKİSİ,
   ANKARA: KÖKSAV YAYINLARI.

7 Mart 2012 Çarşamba

Mahmut Esad Bozkurt...


Mahmut Esat Bozkurt, 1892'de

İzmir-Kuşadası'nda doğdu.
Hacı Mahmutoğullarından Hasan Bey'in oğludur.

  
Atatürk'ün silah arkadaşı, devlet adamı ve hukukçu.
           
İlköğrenimini Kuşadası
ve İzmir Yusuf Rıza mektebinde yapan
Mahmut Esat Bey, İzmir İdadisi'ni bitirdikten sonra 

1908'de İstanbul Hukuk Mektebi'ne girdi. 
1912'de, İstanbul Hukuk Mektebi'nden mezun olan
Mahmut Esat Bey, İsviçre'de Fribourg Üniversitesi'nde
yeniden hukuk öğrenimi gördü
ve "Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi Üzerine"
(Du Regimes des Capitulations Ottomanes)
adlı doktora tezi ile Hukuk Doktoru oldu.
                                    
1919'da İsviçre'nin Lozan kentinde kurulan
Türk Talebe Cemiyeti'nin başkanlığına seçilen
Mahmut Esat Bey,
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra
Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere
yurda döndü ve Kuşadası'nda Kuvayi Milliye'yi kurdu.
         

Mahmut Esat Bey, 23 Nisan 1920'de 

TBMM'nin 1. Döneminde İzmir'den milletvekili olarak
Meclis'e girdi. Meclis'te Anayasa ve Dışişleri
Komisyonlarında çalışan Mahmut Esat Bey,
12 Temmuz 1922'de Rauf Bey'in (Orbay)
başkanı olduğu IV. İcra Vekilleri Heyeti'nde
(12.7.1922-4.8.1923) İktisat Vekilliğine seçildi.
Bu dönemde Mahmut Esat Bey'in önerisi
Atataürk'ün onayı ile
Türkiye'de ilk kez "Milli İktisat Kongresi"
17 Şubat 1923'de İzmir'de toplandı.
          
11 Ağustos 1923'de başlayan II. Dönem için
İzmir'den tekrar milletvekili seçilen Mahmut Esat Bey,
Ali Fethi Bey'in (Okyar) başkanlığında kurulan
V. İcra Vekilleri Heyeti'nde
(14.8.1923-27.10.1923),
ikinci kez İktisat Vekilliği'ne seçildi.
     

20 Nisan 1924'te kabul edilen
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun
hazırlayıcıları arasında yer alan
Mahmut Esat Bey, 22 Kasım 1924'de,
Ali Fethi Bey'in (3. Hükümet) kabinesinde
Adliye Vekilliği'ne atandı.
5 Kasım 1925'te
Ankara Hukuk Mektebi'nin açılmasında
büyük gayreti oldu.
     

Mahmut Esat Bey,
3. ve 4. İnönü Hükümetlerinde
(4 ve 5. Hükümetler) de
Adliye Vekili olarak görev yaptı.
Türk Medeni Yasası (17.2.1926),
Türk Ceza Yasası (1.3.1926),
Kabotaj Yasası (19.4.1926),
Borçlar Yasası (22.4.1926),
Ticaret Yasası (29.5.1926),
Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (18.6.1926) gibi
hukuk sisteminin ve cumhuriyet döneminin temel yasaları,
Mahmut Esat Bey'in Adliye Vekilliği döneminde
hazırlandı ve yürürlüğe girdi.
(3. İnönü Hükümeti - 3.3.1925-1.11.1927)
      

Mahmut Esat Bey,
Cumhuriyet tarihinde "Bozkurt-Lotus" olayı
olarak adlandırılan, Bozkurt adlı Türk gemisiyle Lotus
adlı Fransız gemisinin 2.8.1926'da
Ege'de çarpışması nedeniyle iki ülke arasında çıkan
anlaşmazlıkta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni
Lahey Uluslararası Adalet Divanı'nda temsil etti. (1927).
                                               
Kazada 8 Türk denizcisinin ölmesi üzerine
Fransız kaptan Türk Adliyesi tarafından tutuklanmış,
bu tutuklama Fransa ile sorunlara neden olmuştu.
Türkiye olayı Lahey Adalet Divanı'na götürmüş
ve dava 7 Eylül 1927'de Türkiye lehine sonuçlanmıştı.
Bu dava, tarihçiler tarafından,
         
Türk hukukunun ve adalet örgütünün
kapitülasyonlar dönemini geride bırakarak
insan ve egemenlik haklarına dayalı
çağdaş hukuk düzeyine yükseldiğinin 

bir kanıtı olarak değerlendirilmektedir.

            


34'de Soyadı Yasası kabul edildiğinde,
Atatürk, bu davadaki başarısına dayanarak
Mahmut Esat Bey'e "Bozkurt" soyadını verdi.
             
Mahmut Esat bey1930 yılı sonlarında
Adliye Vekilliği'nden istifa ettikten sonra,
Ankara Hukuk Fakültesi'nde "Devletler Hukuku",
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde
"Anayasa Hukuku" profesörlüğü yaptı.
               
Aralık 1943'de beyin kanaması sonucu
İstanbul'da ölen Mahmut Esat Bozkurt,
TBMM'de 1. Dönemden ölümüne kadar
İzmir Milletvekili olarak görev yaptı.
            
Bozkurt'un 1926 yılında kaleme aldığı
Medeni Kanun Genel Gerekçesi (Esbabı Mucibe Lâyihası),
2001 TBMM'sinde tartışmalara neden oldu.
               
Başlıca yapıtları:

Lotus Davasında Türkiye-Fransa Müdafaaları (1927),
Türk İhtilalinde Vatan Müdafaası (1934),
Türk Köylü ve İşçilerinin Hakları (1939),
Devletlerarası Hak (1940),
Atatürk İhtilali (1940),
Aksak Timur'un Devlet Politikası
        
hareketli_turk_bayragi-1.gif OZICC image by cemcan2408               
      

Atatürk'ün Sevdiği Şarkılar...tıklayın,dinleyin...



Şarkının üzerine tıklayın, zevkle dinleyin
Merhaba Mustafa Kemal Paşa
Bayati Taksim (2.95 Mb)
Merhaba (1.99 Mb)
Bayati S. Se (6.70 Mb)
Viola - Kanun (2.20 Mb)
Atanın Sevgi Nefesi (3.95 Mb)
Mustafa Kemal (2.81 Mb)
Ritim Sol (639 Kb)
Merhaba (1.99 Mb)
Sarayburnu 1934 (5.32 Mb)
Ud Taksim (3.17 Mb)
Keman Solo (2.66 Mb)
Ataya Merhaba (2.00 Mb)
* *
"Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça, bulduğumuza inandıkça, ifade etmeye cesaret eden adamlar olmalıyız." 
Mustafa Kemal ATATÜRK

İslam ve İman...



Hazreti Ömer bin Hattâb radıyallahü anh anlatıyor: Bir gün biz, Peygamber aleyhisselâmın yanında iken birden, elbisesi bembeyaz sakalının kılları ile saçları kapkara, üzerinde yolculuk eseri görünmeyen, hiçbirimizin tanımadığı bir adam geliverdi. Peygamber aleyhisselâmın tâ yanına oturdu. Diz kapaklarını O'nun diz kapaklarına dayadı. Ellerini dizlerine koydu Ve:
— Ey Muhammed, bana islâm'dan haber ver? dedi. Allah'ın Peygamberi:
— islâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed aleyhisselâmın Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan ayında oruç tutman, yol bakımından gücün yettiği takdirde hacc etmenden ibarettir, buyurdu.
Adam:
— Doğru söyledin, dedi.
(Hazreti Ömer) Biz buna hayret ettik. Hem soruyor, hem de Hazreti Peygamberi tasdik ediyor.
Adam devam ederek:
— Bana îman nedir? anlat, dedi. Allah'ın Peygamberi:
— iman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve bir de hayır ile şer (herşey) in Allah'ın takdiri ile olduğuna inanmandan ibarettir, diye cevap verdi.
Adam:
— Doğru söyledin, dedi ve:
— İhsan nedir? diye sordu.
Allah'ın Peygamberi: .
— İhsan, Allah'ı görür gibi kendisine ibadet etmendir. Çünkü sen O'nu görmesen de, O seni görür, buyurdu. Adam:
— Bana kıyametin zamanından haber ver? dedi. Peygamber aleyhisselâm:
— Bu meselede kendisine sorulan kişi, sorandan daha bilgili değildir, dedi. Adam son olarak:
— O'nun (kıyametin) alâmetlerinden bana haber ver, dedi. Peygamber aleyhisselâm:
— Cariyenin efendisini doğurması; yalın ayaklıları, çıplakları, fakirleri ve koyun çobanlarını yapılarının yüksekliği ile övünür ve yarış eder oldukları halde görmendir, buyurdu.
(Hazreti Ömer) Sonra bu adam gitti ve ben, bir süre Peygamber aleyhisselâmın huzurundan ayrıldım; sonra kendisine vardığımda; Peygamber aleyhisselâm:
— Ey Ömer, soranın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu.
— Allah ve Resulü en iyi bilir, dedim. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— O, Cebrail'dir; dininizi öğretmek üzere size geldi, buyurdu.
(Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Neseî)

3 Mart 2012 Cumartesi

Attila...Büyük Türk-Hun Hükümdarı...

ATTİLA...
Avrupa Hun İmparatorluğu

Kuruluş Tarihi - 375
Yıkılış Tarihi - 454
Kurucusu - Balamir
Başkenti - Segedin
Dili - Hun Türkçesi
Devlet Başkanı - İmparator


IV. yüzyılın sonlarına doğru Balamirin önderliğinde batıya doğru göç eden Hunlar, Kavimler Göçüne neden olmuşlardı. Hunların bir kısmı Doğu Anadoluya yönelirken, bir kısmı da Balamirin ölümünden sonra, oğlu ya da torunu olduğu sanılan Ildızın liderliğinde Karpat dağlarını aşıp Macaristana girerek Avrupa Hun İmparatorluğunu kurdu.

Ildız Dönemi
Avrupa Hun İmparatorluğunun dış politikası Ildız zamanında belirlenmiştir. Bu politikaya göre; Bizans baskı altında tutulacak ve Cermen kavimlerine karşı Batı Roma İmparatorluğu ile işbirliği yapılacaktı. Hunların Tuna boylarında görülmesi Kavimler Göçünün ikinci büyük dalgasını başlattı. Bunun sonucunda Barbar Kavimleri Roma topraklarına girmeye başlayınca, Batı Roma Ildızdan yardım istemiştir. Ildız, bir yandan Batı Romayı Germen (Barbar) kavimlerden kurtarmış, bir yandan da Vandal, Süev, Alan gibi Germen kavimlerini Ren Nehri ötesine, Galyaya (Fransa) göçe zorlamıştır.


409 yılında Tunayı geçen ve Bizansa gücünü göstermek isteyen Ildız, kendisiyle barış görüşmeleri yapmak için gönderilen Bizans elçisine "Güneşin battığı yere kadar her yeri zapt edebilirim" diyerek meydan okumuştur. Ildız zamanında Hunlar, Orta Avrupadan Hazar Denizinin doğusuna kadar uzanan geniş topraklara sahip olmuşlardır. Onun çalışmaları sonucunda Hunlar, V yüzyılda merkezi otoriteye sahip kuvvetli bir devlet olarak ortaya çıktılar. Ildızın 410 yılında ölümünden sonra yerine Karaton geçti. On yıl kadar hükümdarlık yapmış olan Karaton dönemi ile ilgili bilgiler son derece azdır.

Rua Dönemi

Karatondan sonra 422 yılında, Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten biri olan Rua, ülkeyi diğer kardeşleri Muncuk, Oktar ve Aybars ile birlikte yönetti. Rua, Bizansın Hun Ordusunu isyana kışkırtmak ve bağlı kavimleri Hunlardan ayırmak amacıyla, Hun topraklarına gönderdiği casusları bahane ederek Bizans üzerine bir sefer düzenledi (422). Hiç bir direniş gösteremeyen Bizans, ağır bir vergiye bağlandı. Bu sırada Batı Roma, iç karışıklıklar içinde bulunuyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizans imparatoru II. Theodosius (408-450) İtalya üzerine ordu ve donanma gönderdi. Bu gelişmeler sonucunda Batı Roma Ruadan yardım istedi. Hun hükümdarı Rua da, 60 bin kişilik bir kuvvetle İtalya üzerine yönelince, II. Theodosius savaşmayı göze alamadan çekilmek zorunda kaldı. Buna rağmen Bizans, fırsat buldukça Hun idaresinde yaşayan toplulukları kışkırtmaktan da geri durmuyordu. Bunun üzerine Rua, Bizanslı tüccarların Hun ülkesinde ticaret yapmalarını ve ücretli asker toplamalarını yasakladı. Bizans üzerine yapacağı yeni bir sefere hazırlanırken 434 yılında öldü. Yerine kardeşi Muncukun oğlu Attila geçti.


Attila Dönemi

Ruadan sonra Hunların başına Attila ve kardeşi Bleda birlikte geçtiler (434). Attila, babasını küçük yaşta kaybettiğinden dolayı amcası Ruanın yanında yetişmiş, birlikte savaşlara katılmış, devlet yönetimini ve Hun siyasetini öğrenme fırsatı bulmuştu. Her ne kadar büyük kardeşi Bleda ile tahtı paylaşmış ise de, tüm yetkiler Attilada olmuştur.

Attila, Hun-Bizans ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyordu. 434 yılında Attilanın, Ruanın Bizans üzerine yapmayı düşündüğü ve yapamadığı sefer için hazırlıklara başladığını öğrenen Bizanslılar, ona barış elçileri gönderdiler. Hun hükümdarı Attila da elçileri, Tuna ve Morova nehirlerinin birleştiği yerde bulunan Margos Kalesi önünde karşıladı. Attila isteklerini, barış koşulları olarak yazdırdı. Böylece 434 yılında Bizans ile Margos Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre;

- Bizans, Hunlara ödemekte olduğu vergiyi iki katına çıkaracak,
- Bizans, Hunlara bağlı kavimlerle görüşmeler ve antlaşmalar yapmayacak,
- Ticari ilişkiler sınır kasabalarında devam edecek,
- Bizans, elinde bulundurduğu Hun esirlerini iade edecekti.

Bledanın 445 yılında ölmesi üzerine Attila tek başına Hun hükümdarı oldu. Attilanın amacı, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını egemenliği altına almaktı.

Attilanın Batı Romaya Yardımı

Attila, Margos Antlaşmasından sonra ülkenin doğu bölgesini denetimi altına aldı. Volga boylarındaki Ak-Oğurların ayaklanmalarını bastırarak itaat altına aldı (435). Bu sırada iç karışıklıklar içinde bulunan Batı Roma, Hunlardan yardım istedi. Romalı komutan Aetyusa yardıma gelen Hun birlikleri isyanları bastırdı. Oktar komutasındaki bir Hun ordusu Burgondlara karşı büyük bir zafer kazandı (436). Bu savaş ile ilgili olarak zamanla efsaneler türemiş ve Almanların ünlü Nibelungen destanlarının konusunu Hun-Burgond mücadelesi oluşturmuştur.

Dosya:Attila-ChroniconPictum.jpg 
Macar Atilla tasviri...

Atilla'nın Seferleri

I. Balkan Seferi (441-442)

Bizansın Margos Antlaşmasının şartlarına uymaması, Bizanslı tüccarların ticari ilişkilerde sahtekârlık yaparak Hunları aldatmaları üzerine Attila, Bizans üzerine sefere çıktı. Doğu Trakyaya kadar ilerleyen Hun ordusundan çekinen Bizans barış istedi (442). Yapılan bu antlaşmaya göre; Bizans ödemekte olduğu vergiyi artıracaktı. Ayrıca bazı sınır kaleleri ile Tuna boyundaki kaleleri ele geçiren Attila, böylece Balkanların yolunu Hun ordularına açtı.


II. Balkan Seferi (447)

Bizansın, Hun kaçaklarını geri vermekte ağır davranması, Hun yönetimindeki bazı Germen kavimlerini kışkırtması, yıllık vergisini ödemek istememesi gibi nedenlerden dolayı Attila, yeniden Bizans üzerine sefere çıktı (447). İkiye ayrılan Hun ordusunun bir kolu Yunanistana girip Teselyya kadar ilerledi. Attilanın yönetimindeki diğer kol ise Sofya, Filibe ve Lüleburgaz şehirlerini ele geçirip Büyük Çekmece önlerine kadar sokuldu. Bizans İmparatoru II. Theodosius barış istemek zorunda kaldı.
Bizans elçisi Anatolyos ile Attila arasında yapılan bu antlaşmaya Anatolyos Antlaşması denir. Buna göre;

- Bizans, ödediği yıllık vergiyi üç katına çıkaracak, Bizans, savaş tazminatı ödeyecek,
- Nişde bir ortak pazar kurulacak,
- Tunanın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacaktı.

Batı Roma (Galya) Seferi (451)

Bizans üzerinde kesin egemenlik kurduğuna inanan Attila, bu sefer de Batı Romaya yöneldi. Batı Roma üzerine yapacağı sefere bir bahane bulması gerekiyordu. Kendisine daha önce bir nişan yüzüğü gönderen İmparator II. Valantienin kız kardeşi Honorianın (Honorya) teklifini kabul ettiğini bildirdi. Çeyiz olarak da imparatorluğun yarısını istedi. Bu isteğinin kabul edilmemesini savaş sebebi sayan Attila Batı Roma seferine çıktı. İki ordu, Batı Romanın asker deposu sayılan Galyanın Katalon Ovasında karşılaştı. Batı Roma ordusunun başında Aetyus (Aetius) adında bir komutan bulunuyordu. Yapılan savaş çok şiddetli geçti. Bir gün boyunca kıran kırana süren savaşın galibi belli değildir. Ancak bu savaştan sonra, Romalı General Aetyusun gözden düşmüş olması ve bir yıl sonra Roma üzerine yürüyen Attilanın karşısına askerî bir güç çıkaramamaları, Batı Roma İmparatorluğunun asker deposu durumunda olan Galyayı saf dışı bıraktığının delilidir. Attilanın karşısına Roma ordusunun çıkmaması, Romalıların bu savaşta çok büyük kayıplar verdiklerinin bir kanıtıdır.

İtalya Seferi (452)

Attila, zaman geçirmeksizin destekten mahrum kalan ve iyice gözden düşen İtalyaya, 452 yılında yüzbin kişilik bir orduyla Alpleri aşarak girdi. İtalya, Attilanın karşısına bir ordu çıkaramadı. Roma Senatosu büyük bir korku içine düştü ve hemen barış görüşmeleri için, Papa I. Leon başkanlığında bir heyeti Attilaya gönderme kararı aldı.

Papa I. Leon, Attiladan tüm Hrıstiyanlık dünyası adına Romayı bağışlamasını istedi. Attila eski bir uygarlık merkezi olan Romayı tahripten kaçınıp, Papanın ricasını kabul etti ve geri döndü. Attila, Bizansı ve Batı Romayı etkisiz hale getirdikten sonra, yönünü İrandaki Sasanî İmparatorluğuna çevirdi. Bu devletinde egemenlik altına alınması ile Hunlar dünya egemenliğini gerçekleştirebileceklerdi. Ancak, Attila İtalya seferi dönüşünde 453 yılında öldü ve bu seferini gerçekleştiremedi.


Attila öldüğünde, Hun sınırları batıda Danimarka ve Ren Nehrine, doğuda ise İtil (Volga) Nehri ötesine uzanıyordu. Attila, tarihin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından biridir. Onun adı günümüze kadar dillerden düşmemiş, onun adına operalar bestelenmiş, filmler çevrilmiş, resimleri ve heykelleri yapılmıştır. O, güçlü bir iradeye sahipti. Ciddi ve büyük işler yapmaya yetenekli, sadeliği seven ve mütevazı bir hükümdardı.



Avrupa Hun İmparatorluğunun Yıkılışı

Attila öldüğü zaman arkasında İlek, Dengizik ve İrnek adlarında üç oğul barakmıştı. Yerine geçen oğulları, devlet idaresinde başarılı olamadılar. Taht için yapılan kavgalar Hunları zayıf düşürdü. İlk olarak Hunların başına geçen İlek, ayaklanan Germen kavimleriyle savaşırken öldü (454).Yerine geçen Dengizik ise zeki idi fakat siyasî yönden yeterli değildi. Doğu Roma ile yapılan bir mücadelede o da öldü (469). İrnek, Hunların Batı ve Orta Avrupada tutunmalarının mümkün olmadığını anlamıştı. Bu nedenle Hunların büyük bir kısmı ile Karadenizin kuzeyindeki geniş düzlüklere çekildi. Hunların bir kısmı buradan Orta Asyaya geri döndü. Bir kısmı ise Avrupaya doğru ilerleyen Avarlara katıldı. İrnek idaresindeki bu Hun topluluğu daha sonraları Bulgarların ve Macarların devlet olarak ortaya çıkışında önemli rol oynadılar.


Avrupa Hun İmparatorluğu Hükümdarları



1) Balamir (375 - 395)
2) Ildız (395 - 410)
3) Karaton (410 - 415)
4) Muncuk (415 - 425)
5) Oktar (425 - 430)
6) Rua (430 - 434)
7) Bleda (434 - 445)
8) Attila (445 - 453)
9) İlek (453 - 454)


Liderlik Özellikleri” Üzerine Attila’nın Görüşleri 

Bir araya geldiğimiz bu mecliste ben Attila, liderlik özellikleri hakkındaki tüm görüşlerimi sizin için toparladım. Bu düşüncelerimi Hunlara daha iyi liderlik etmeniz için şimdi size aktaracağım.Her düzeyde, bulundukları yerin sorumluluklarını başarıyla yüklenecek yetenek, beceri ve davranışlara sahip liderler bulunması  Hun milleti için gereklidir. Liderleri yetiştirmenin hızlı bir yolu yoktur. Hunlar öğrenciliği asla bir kenara bırakmadan, asla yeni görüşlerin, yöntemlerin üstünde olmadıklarını öğrenmelidirler.
Liderlerimiz hizmetleri süresince temel nitelikleri ve olgunlaşmalarını sağlayacak yeni fırsatları değerlendirmelidirler.

Attila’nın Liderlik Sırları  
 
Eğer komutan olacaklarsa, bu nitelikleri genç savaşçılarımıza da öğretmeliyiz. Savaşçılarımız için binicilik, ok ve yay ile kement dersleri yeterlidir, ama komutanlarımız için değildir. Ülkemizi yönlendirmek için, tüm komutanlarımız deneyim yoluyla yetenek haline  gelecek şu niteliktere sahip olmalıdırlar.
Bağlılık - Bir Hun, her şeyden önce sadık olmalıdır. Başkalarıyla aynı fikirde olmamak sadık olmamak değildir. Genel fikre katılmayan bir Hun’a, herkesin yararı için kulak verilmelidir. Öte yandan, boyların zararına olacak hareketlere katılan ya da bu hareketleri teşvik eden bir Hun sadık değildir. Böyle birisi savaşçı olsun, komutan olsun ortadan kaldırılmalıdır. Onların sadık Hunları etkileme ya da cesaretlerini kırma çabaları, bulaşıcı bir hastalık gibidir. Bu hareketlerin ya da davranışların değiştirilemeyeceği durumlarda, amacımıza uymayan ve onu değerli bulmayan kişilere karşı sert önlemler almalıyız. 

Cesaret – Hunlar’a liderlik eden kişiler cesur ve korkusuz olmalıdırlar. Kendilerine verilen görevleri yerine getirecek cesaretleri olmalıdır. Liderliğin risklerini kabul edecek kadar kahraman olmalıdırlar. Engelleri görünce gerilememeli, bir düşman karşısında şaşırmamalıdırlar.  Komutanların yalnız kaldıkları, aşağılandıkları, çaresiz oldukları ve reddedildikleri dönemler vardır. Komutanlık görevi acılarla doludur; komutanlar, iyi zamanlarda olduğu kadar belirsiz dönemlerde ya da tehlike karşısında da, cesaretle hareket etmesini bilmelidirler. 

Arzu - Güçlü, kişisel arzuları olmaksızın pek az Hun kendilerini komutan olarak kabul ettirebilir. Bu arzu, insanları, işlemleri ve sonuçları etkileyebilmek için, içten gelen bir duygudur. Zayıf komutan, komutan olmak istemeyen kişidir. Savaşçılarımızı, görevlerini yerine getirmeye gönüllü olmadıkları mevkilere getirmemeliyiz. 

Duygusal Güç - Liderlik düzeyi yükseldikçe, komutanların duyguları üzerindeki baskı da artar. Her rütbedeki komutanlarımızın düş kırıklığından, cesaretsizlikten bir an önce sıyrılıp, görüş açıları değişmeden bulundukları mevkiin sorumluluklarını sürdürmelerini sağlamalıyız. Bu liderler zor koşullarda duygusal güçlerini kaybetmeden görevlerini sürdürmelidirler. 

                                   
Fiziksel Güç - Hunların, görevlerini gerektirdiği zorluklara karşı koyabilecek derecede fiziksel yönden güçlü liderleri olmalıdır. Komutanlar, beden için sağlıklı olan temel koşulları yerine getirerek bedenlerini zinde tutmalıdırlar. Onlar, yataklarında kalarak liderlik edemezler. Çok fazla içki ve yemek, enerjiyi engeller. Romalıların yedikleri miktarda yemek yemek akılları karıştırır. Doğru düzgün kullanılmayan bir beden kötüye kullanılmış sayılır. Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur. Komutanlarımız lider olabilmek için güçlü bir bedene sahip olmalıdırlar.

Dosya:Buda es Attila.JPG
Attila ve Kardeşi Bleda...

Sezgi - Komutanlar başkalarının değerini de anlayıp takdir edebilmelidirler. Bu, başka kültürlere, inanç ve geleneklere karşı da duyarlı olabilmektir. Yine de, sezgi sempati ile karıştırılmamalıdır. Sempati, ulus çıkarlarının ya da savaştaki hareketin kararlı bir diplomasi gerektirdiği zamanlarda çok akılsızca olabilir. 

Kararlılık - Genç komutanlar ne zaman harekete geçeceklerini, ne zaman duracaklarını bilmeli, kararlı olmalıdırlar. İçinde bulundukları durumun tüm soyut ve somut gerçeklerini göz önüne alarak liderlik rolünü oynamalıdırlar. Duraksama, erteleme ve kararsızlık astların, üstlerin cesaretini kırdığı gibi, düşmana da yarar sağlar. 

Tahmin - Gözlem ve önseziler yoluyla öğrenip, deneylerle zekâ geliştiren komutanlarımız düşünceleri, hareketleri ve sonuçları tahmin edebilmelidirler. Tahmin, güvenliğin rahatlığını tercih edenlere karşı üstünlük sağlamak isteyen mükemmel bir komutanın gönüllü olarak kabulleneceği riskleri de içerir. 

Zamanlama - Liderlik için gerekli olan bir özellik de tavsiyelerin ve hareketlerin zamanlamasıdır. Zamanlama duygusunu geliştirmek için sihirli bir formül yoktur. İnsan bu yeteneği deneyip yanılarak, önceden yapılan tahminleri alınan sonuçlarla karşılaştırarak geliştirir. Karşınızdakinin kim olduğu, amaçları, kişiliği, öncelikleri ve ihtirasları en uygun zamanlama konusunda çok önemlidir. 

Rekabetçilik - Liderliğin gerektirdiği bir başka özellik kazanma arzusudur. Her zaman kazanmak gerekli değildir. Ama önemli olan, önemli durumlardan kazançlı çıkmaktır. Komutanlar ulusumuzun içinde ve dışında yoğun bir rekabet olduğunu anlamalı ve bunu hafife almamalıdırlar. Savaş meydanında, anlaşmalarda ve iç kargaşa durumlarında kazananları yönlendiren hep bu rekabetçi öfkedir. Rekabetçi ruhu olmayan lider zayıftır  ve en ufak sorun karşısında kolaylıkla pes eder. 

Özgüven - Uygun eğitim ve deneyim, bir komutanda liderliğin sorunlarıyla başa çıkabilecek bir kişisel özgüven duygusu yaratır. Sahip oldukları özgüveni aşan bir liderlik görevi üstlenenler, astlarına ve üstlerine bunu hissettirirler. O yüzden zayıf liderler ve yararsız komutanlar olurlar. 
Sorumluluk - Kendisinin ve astlarının davranışlarının sorumluluğunu üstlenmeyi öğrenmek, liderliğin temelidir. Komutanlar, zafer ya da yenilgi ne kadar büyük olursa olsun, kendi başarılarından ya da hatalarından asla başkalarını sorumlu tutmamalıdırlar. 

İnanılırlık - Komutanlar inanılır kişiler olmalıdırlar. Sözlerine ve hareketlerine hem düşmanları, hem de dostları inanmalıdır. Doğru bilgi verecek kadar dürüst ve zeki oldukları herkesçe bilinmelidir. İnanılır olmayan liderler, olumlu bir etki yapamazlar. Güvenilmedikleri için hemen liderlik mevkiinden alınmalıdırlar. 

Israrcılık - Verilen görevleri ısrarla başarma isteği, liderliğin gerekli özelliklerindendir. Zayıf  insanlar, ancak işler kendi istedikleri gibi gittiği zaman direnirler. Güçlüler, herkes kendilerini bıraksa da, yenilgi ve cesaretini yitirme karşısında da direnir ve ısrar ederler. Zor görevleri başarmanın ve güç hedeflere ulaşmanın anahtarı genellikle ısrardır. 

Güvenilirlik - Bir komutanın tüm koşullarda sorumluluklarını yerine getireceğine güvenmiyorsanız, bu sorumlulukları ondan alın. Ben tüm komutanlarımın her hareketini denetleyemem. Genç komutanlar, üst ve astlarının kendilerinin liderliğine güvendiğini bilmelidirler. Bu komutanlar kendilerine sorumluluk verildiğini bilmeli ve kendilerine güvenildiğini akıllarından çıkarmamalıdırlar. 

Koruyuculuk - Liderlerimizin bir koruyucu özelliği olmalıdır. Güven ve bağlılık uyandıran bir biçimde görev yapmalıdırlar. Astlara yol göstermeli, onları yetiştirmeli ve çalışmalarından ötürü ödüllendirmelidirler. Ceza ancak son çare olarak düşünülmeli, isyankârları yola getirmek için ancak tüm çabaların boşa gitmesi halinde uygulanmalıdır. Bir sürüsü olmadan çobana gerek olmadığı gibi, ordusuz bir komutan da düşünülemez. Astlar olmaksızın yöneticiler de olamaz. Ulusun çıkarlarını düşünmeyenler  için, o ulus yok demektir. O yüzden liderler, hizmet verdikleri kişilerin ve amaçların çıkarlarını koruyanlardır. Aranızda çok hırslı olanlar, bu özel kısa zamanda sahip olabilirler. 

Ben, Atilla, kendi yaşantım da bu özelliklerin gelişmesi için zamana ve deneyime gerek olduğunu öğrendim. Bazıları kısa yoldan da öğrenilebilir, ama yeterliliği hızlandırmak için pek az olanak vardır ve hiç kimse bedelini ödemeden öğrenemez. Bu liderlik özelliklerini iyi öğrenin. Bunları Hunlar’a da öğretin. Yeteneklerimizi geliştirerek büyük ulusumuzu dünyayı fethetme hedefine doğru böyle yönlendirebiliriz.